Atmosfer veya havaküre, Dünya'nın kütleçekimi ile gezegenin çevresini sarmalayan gaz tabakası. Yaklaşık %78'i azot, %21'i oksijen, %0,93 argon, %1 su buharı ve kalan kısmı diğer bazı gazların karışımından oluşmuştur. Bu gaz karışımına genel olarak hava adı verilir. Atmosferin canlı yaşamındaki önemi nedir? Ardından güneşin etkisi ile birlikte buharlaşma ve terleme (transpirasyon) yoluyla yeniden atmosfere döner. Bu olaya su döngüsü adı verilir. Su döngüsü, tüm suyun Dünya çevresinde farklı durumlarda hareket ederken izlediği yoldur. Sıvı su okyanuslarda, nehirlerde, göllerde ve hatta yeraltında bulunur. Havakirliliğine sebep olan etkenler şunlardır; Sanayiden çevreye bırakılan gazlar. Araçların egzosundan çıkan gazlar. Fosil yakıtlardan (petrol,kömür vs.)çıkan gazlar. Fosil yakıtların yanması sonucu ortaya çıkan karbondioksit, azot oksitleri,kükürt oksitleri asit yağmurlarına neden olur. Hava kirliliğinin zararları 18Nisan 2021. Klorlu suyun cilde ve saçlara etkisi nelerdir başlığı altında topladığımız bilgileri bugün blog yazımızda sizlerle paylaşıyoruz. Akne Roza Banyo Bebek ürünleri Cilt Bakım Ürünleri Cilt Lekeleri klorlu su klorlu suyun zararları Ozonlabs Filtre Duş Başlığı roza rozase Seboreik Dermatit Sivilce. Devamı.. Fiziğin günlük yaşamdaki ve teknolojideki yeri ve önemi nedir? Enerji harcamak, beslenmek, hareket etmek, iş yapmak, Soluk alıp vermek ve diğerleri ile gündemdeki konular, global ısınma, nehirlerin, denizlerin kirlenmesi, cep telefonu, yazıcı, bilgisayar, uydular, uzay araçları ve daha nice aklınıza gelen konu fiziğin de Vay Tiền Nhanh. Giriş Küreselleşme, ticari, mali ve sanayi faaliyetlerinin giderek artan ölçüde ülke sınırları aşarak dünya çapında yayılması ve bunun uzantısı olarak ta küresel iktisadi sistemin iktisadi ve siyasi yönetiminin ulusal çapı aşan düzenlemelerle yönetilmesidir. Sanayi, iletişim ve ulaşım teknolojisindeki gelişmeler dünyadaki toplumların siyasi ekonomik ve kültürel yönlerden birbiri ile yakın ilişkide bulunmasını gerektirmiştir ve bunun sonucunda toplumların birbirlerinden etkilenir hale gelmelerini sağlamıştır. Bu kapsamda küresel anlamda yaşanan sanayi devrimi ile beraber çevre sorunlarında da artış meydana gelmiştir. Küreselleşme sonucunda çevre sorunlarında ülke sınırlarını aşarak küresel bir boyut kazanmıştır. Küresel çevre sorunları, ulusların kendi başlarına çözebileceği problemler olmadığı için bu sorunların çözümüne yönelik olacak şekilde uluslararası nitelikteki örgütler ve kurumlar bu görevi üstlenmiştir. Bu kurum ve kuruluşlar ülkeler arasında çevrenin korunmasına yönelik çeşitli eylem planları konusunda anlaşmalar hazırlamaktadır. Küresel Çevre Sorunları ile İlgili Kavramlar İnsanlığın ortak varlığı olan hava, su, toprak, bitki ve hayvan türleri ile doğal ve tarihi zenginlikler bütünü olarak tanımlanan çevre, sanayi devrimi ile yıpranmıştır. Çevrenin ekonomik, politik ve toplumsal ögelerinin tek bir çevre sistemine doğru yönelmesi sürecine küreselleşme denir. Bu yönelim çevre sisteminin nesnel ve nesnel olmayan unsurları içinde gelişir ve insan yaşamındaki değişimlere etki eder. Küreselleşme doğrudan insan ile ilgili ve çevre ile bağlantılıdır. Küresel çevre sorunları günümüzün en önemli ve güncel sorunudur. Doğal süreçler ve küreselleşme günümüzde yaşanan çevre sorunlarını yerel sorunlar olmaktan çıkarıp küresel çevre sorunları haline getirmiştir. Bir bölgede meydana gelen çevre felaketi; bulutlar, rüzgârlar ya da yeraltı sularıyla çok uzak mesafelerdeki bölgelerde de çevre yıkımlarına neden olabilmektedir. Küresel çevre problemleri aşağıda ayrıntılı olarak açıklanmıştır Nüfus artışı ve neden olduğu çevresel sorunlar Esasında tüm küresel çevre sorunlarının temelinde nüfus faktörleri yatmaktadır. Her yıl dünya nüfusu artmakta fakat bu nüfusa yetecek insan hayatının kalitesini yükseltecek toplu yoksulluğu ortadan kaldıracak doğal kaynakların miktarları da sınırlı kalmaktadır. Nüfus artışı, kaynaklar üzerinde talebi etkileyen ve çevrenin bozulmasına yol açan önemli faktörlerden biridir. Günümüzde dünya nüfusunun yaklaşık %75’i gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkelerde ve %25’i de gelişmiş ülkelerde yaşamaktadır. Nüfus kaynaklı sorunun temelinde niceliksel artıştan ziyade üretim ve tüketim alışkanlıklarının niteliğindeki farklılıktır. Dünyada nüfusun hızla arttığı bölgelerde tüketim miktarları az iken gelişmiş ülkelerde yaşayanların tüketim oranları daha fazla olmakta ve çevreyi kirletmektedir. Kentleşme Kentleşme; toplumun ekonomik ve toplumsal gelişime katkı sağlamasının yanı sıra hava ve su kirlenmesine, gürültü kirliliğine, sanayi ve üretim faaliyetleri ile toprağın aşırı derecede kullanılmasına yol açmaktadır. Konut ve işyerlerinde ortaya çıkan evsel ve endüstriyel atık sular ve katı atıkların kent merkezlerinden uzaklaştırılması ve bertarafı sorunları, konut yoğunluğuna bağlı artan altyapı ihtiyaçlarının artmasına, otomobil sayısındaki artışla birlikte hava kirliliğinin artmasına yol açmaktadır. Sanayileşme Sanayi devrimi ile birlikte artan üretim ve tüketim faaliyetleri ile dünya üzerindeki var olan kısıtlı kaynaklar hızla tükenirken diğer taraan çevre sorunları da ortaya çıkmaya başlamıştır. Sanayileşmiş ülkeler bugün sanayilerinin neden olduğu çevre kirliliğine çözüm ararken henüz sanayileşmekte olan ülkelerde artan ihtiyaçları karşılayabilmek için doğal kaynaklarını hızlı bir şekilde tüketmektedir. Turizm Turizmin yol açtığı hızlı değişim, çevre kalitesini olumsuz etkilerken mevcut arazi kullanımın değişmesi, bölgelerdeki tarımsal nitelikli toprakların kaybı, bitki örtüsü ve doğal çevrenin tahribi, doğal çevreye uyumsuz yapılar, kıyı şeridinin estetik yönünden çirkinleştirilmesi ve işlevini yürütmesi, mevcut altyapının kaldıramayacağı kanalizasyon ve atık sorunu, atıkların denize boşaltılması sonucun oluşan kirlilik, tarihi ve sit alanlarının tahribi gibi birçok etki ortaya çıkmaktadır. Küresel iklim değişikliği İklim değişikliği nedeniyle ekosistemlere bağlı tüm döngülerin etkilenmesi, küresel sıcaklıklardaki artışlara bağlı olarak da hidrolojik döngünün değişmesi, kara ve deniz buzullarının erimesi, kar ve buz örtüsünün alansal daralması, deniz seviyesinin yükselmesi, iklimsel kuşakların yerinin değişmesi ve yüksek sıcaklıklara bağlı salgın hastalıkların ve zararlıların artması gibi dünya ölçeğinde sosyoekonomik sektörleri, ekolojik sistemleri ve insan yaşamını doğrudan etkilemeye başlamıştır ve etkileri giderek artmaya devam edeceği tahmin edilmektedir. Ozon tabakasının incelmesi Yapılan araştırmalara göre, ozon tabakasındaki açığın %1 artması, dünyaya gelen zararlı ultraviyole ışınların %2 oranında artmasına yol açmaktadır. Artan ultraviyole ışınlarının ve küresel ısınmanın çevre ve canlı sağlığı üzerindeki olumsuz etkilerini şu şekilde sıralamak mümkündür; cilt kanseri vakalarında artış, katarakt vakalarında artış, canlıların bağışıklık sistemini zayıflatıcı etkisi, ürün veriminin azalması, yazların daha sıcak olması, kışın nem oranının artması, denizlerin ekolojik dengelerinin bozulması ve fitoplankton gibi türlerin zarar görmesi, okyanusların su seviyesinin yükselmesi ve kasırgaların daha sık ve şiddetli görülmesi ile kuraklıklar ve su taşkınlarının yaygınlaşması. Asit yağmurları Asit yağmurlarının uluslararası bir sorun olarak ilk ortaya çıkışı 1960’lı yıllara denk gelmektedir. Şehirlerin havasını SO2’den etkilenmesini önlemek üzere içinde önemli miktarlarda kükürtlü maddelerin bulunduğu nikel ve bakır cevherleri işleyen fabrikalar ve petrol- kömür yakan termik santrallerin bacalarının daha yüksek yapılmaya başlanması ile bölgesel olarak etkiler azaltılmış olsa bile atmosfere yayılan SO2 geniş bölgeler üstünde asit olarak yağmaya başlamıştır. Asit yağmurları; toprak ve suyun yapısında, insanlar ve diğer canlıların yaşamlarını olumsuz etkilemektedir. Erozyon Erozyon sonucunda baraj ve göletlere taşınan sedimentler nedeniyle bu yapıların ekonomik ömürleri tahmin edilenden daha çabuk bir şekilde tükenmektedir. Tarım arazilerinden fosfor sedimantasyonu ile denizlere ve göllere taşınan fosfor bileşikleri bu su ortamlarında ötrofikasyonu arttırmaktadır. Erozyon ile sadece toprak taşınmayıp aynı zamanda toprakla birlikte bitki türlerinin, çeşitli ekosistemlerin, tarım arazilerinin çoraklaşarak üretim veriminin azalmasına da neden olmaktadır. Çevre Sorunlarına Çözüm Arayışları Küresel çevre sorunlarının önlenmesi ve/veya giderilmesine yönelik küresel politikalar aşağıda açıklanmıştır Büyümenin sınırlanması ve/veya sıfırlanması Büyümenin asıl hedefi hayat kalitesinin ayrım yapmadan tüm insanlar ve çevresindeki tüm varlıklar için arttırılması olmalıdır. Bu kapsamda verimliliğin; kaynakların, ekolojik yapıdaki canlılık ve çeşitlilik düzeyine zarar vermeden, toplumların demokratik haklarını kısıtlamadan kullanılması ile gerçeklemesi gereklidir. Sürekli olarak büyüme ve gelişme isteği, toplumlarda tüketimi arttıran başlıca faktördür. Bu nedenle büyüme yerine öncelikle hayata kalitesi ve insani kalkınma endeksine uygun düzenlemeler yapılmalıdır. Üretim ve tüketimde küçülmeye gidilmesi İnsan için tüketimin ne kadarı zorunlu ihtiyaç, ne kadarı ihtiyaç fazlasıdır? Zorunlu ihtiyaçların kapsamı; insanların hayatlarını minimum düzeyde sürdürebilmesini sağlayan yeme-içme ve barınma ihtiyaçları olarak tanımlanabilir. Bunun dışında kalan; güvenlik, eğitim, kültür, spor, dinlenme, rekreasyon vb. gibi diğer ihtiyaçlar isteğe bağlı değiştirilebildiği için zorunlu ihtiyaç haricidir. Bu ihtiyaçların dengeli olarak karşılanması pratikte pek mümkün olamamaktadır. Kişisel farklılıklar, refah düzeyleri, toplumsal prestij olgusu hatta kıskançlık gibi olgular bile bu dengeyi zorlaştırmaktadır. Zorunlu ihtiyaçlar ile istekler arasından kurulabilecek denge ile hem çevrenin rasyonel kullanımı ile gelecek nesiller için de yaşanılabilir olmasına, hem de tüketimin azalması ile paralel olarak çevresel sorunların azalmasına yardımcı olacaktır. Alternatif enerji kaynaklarına yönelim Nükleer enerji gibi kaynaklarda oldukça maliyetli ve çevre ve insan üzerindeki etkilerinin geri dönülemez düzeyde olması nedeniyle alternatif enerji kaynaklarına yönelim artmıştır. Bu alternatif enerji kaynakları şöyle sıralanabilir; biomas enerjisi, güneş enerjisi, rüzgâr enerjisi, jeotermal enerji, hidro enerji şeklindedir. Bu tip alternatif ve yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımı ile hem doğal kaynakların korunması sağlanacak, hem de çevresel etkiler minimum düzeye indirilebilecektir. Kirletici teknolojilerin kademeli olarak terk edilmesi Nükleer ve termik santrallerin yaratmış olduğu çevresel sorunlar göz önüne alındığında bu enerji üretim teknolojililerinin yerine alternatif ve çevresel enerji üretim teknolojilerinin kullanımının yaygınlaştırılması gerekmektedir. Sürdürülebilir Kalkınma Birleşmiş Milletler’in 1987 tarihli Çevre ve Kalkınma Raporu, “Ortak Geleceğimiz” adı ile yayınlanmıştır. Raporun temel amacı; çevre sorunlarının uzun vadeli çözümleri ile çevre ile uyumlu ekonomik kalkınmanın önkoşullarını incelemek, ülkelere öneriler getirmektir. Çevreye uygun ekonominin temel koşulu “sürdürülebilir kalkınma”dır. Sürdürülebilir kalkınma ile doğal kaynakları tüketmeyen, gelecek kuşakların kendi ihtiyaçlarının karşılayacak imkanları ellerinden almadan, ekonomi ile ekosistem arasında uyumlu bir denge kuran, ekolojik açısından sürdürülebilir bir kalkınma hedeflenmektedir. Bu ifadeleri ele alan Burtland raporunun en önemli özelliği, sürdürülebilir kalkınma hakkındaki görüşleri ülkelerin ekonomik faktörleri ön plana çıkarması açısından önem taşımaktadır. Küresel Çevre Sorunlarına Karşı Uluslararası Anlaşmalar Küresel çevre sorunlarının 1950’li yıllardan itibaren dünyanın pek çok bölgesinde yerel düzeyde hissedilir boyutlara ulaşması ve sınır aşan bir kavram haline gelmeye başlaması ile birlikte Birleşmiş Milletler düzeyinde 1972’de Stokholm’de düzenlenen İnsan ve Çevre Konferansı ile uluslararası düzeyde kabul görmüştür. 1987 yılında yayımlanan Brundlant raporu ile “Sürdürülebilir Kalkınma” kavramı teknik olarak tanımlanmış, 1992’de Rio Çevre ve Kalkınma Konferansında kabul edilen “Gündem 21” ile yol haritası çıkartılmış ve 2002’de Johannesburg’da Dünya Sürdürülebilir Kalkınma Konferansında 15 yıllık uygulama iş planı oluşturulmuş ve pek çok ülke tarafından kabul edilmiştir. Uluslararası çevre sözleşmelerin tarih, yer ve sözleşmelerin amaçlarını şu şekilde sıralayabiliriz 1971-Ramsar Özellikle Su Kuşları Yaşama Ortamı Olarak Uluslararası Öneme Sahip Sulak Alanlar Hakkında Sözleşme 1972-Paris Dünya Kültürel ve Doğal Mirasın Korunması Sözleşmesi 1972-Stockholm BM İnsan ve Çevre Konferansı Bildirgesi 1973-Washington CITES Nesli Tehlikede Olan Yabani Bitki ve Hayvan Türlerinin Uluslararası Ticaretine İlişkin Sözleşme 1976-Barselona Akdeniz’in Deniz Ortamı ve Kıyı Bölgesinin Korunması Sözleşmesi 1979-Bern Avrupa’nın Yaban Hayatı ve Yaşama Ortamlarını Koruma Sözleşmesi 1985-Granada Avrupa Mimari Mirasının Korunması Sözleşmesi 1989-Basel Tehlikeli Atıkların Sınırlar Ötesi Taşınımının ve Bertarafının Kontrolüne İlişkin Sözleşme 1992-Valetta Avrupa Arkeolojik Mirasının Korunması Sözleşmesi 1992-Rio Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi 1992-Rio Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi 1992-Rio BM Ormancılık Prensipleri 1994-Paris Özellikle Afrika’da Ciddi Kuraklık ve/veya Çölleşmeyle Mücadele için Birleşmiş Milletler Sözleşmesi 1997-Kyoto Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’ne Yönelik-Kyoto Protokolu 1998-Aarhus Çevresel Konularda Bilgiye Erişim, Karar Vermede Halkın Katılımı ve Yargıya Başvuru Sözleşmesi 2000-Floransa Avrupa Peyzaj Sözleşmesi 2009-Cartagena Biyogüvenlik Protokolü 2012-Rio Rio+20 BM Sürdürülebilir Kalkınma Konferansı Korunan Alanlar Korunan alanlar, geçmişten günümüze dek azalan biyolojik çeşitliliğin korunması ve tekrar zenginleştirilmesi için kullanılan önemli araçlardan bir tanesidir. Günümüzde korunan alanlar sadece doğal korunma işlevinin yanı sıra insan refahının arttırılması, sürdürülebilir kalkınmaya katkı sağlayan alanlar olarak tanımlanmaktadır. Bu alanlarda; Türlerin korunması, Genetik çeşitliliğin korunması, Ekosistem işleyişinin sürdürülmesi, Bölgedeki insanlar için gelir kaynağı oluşturması ve Turizm ve rekreasyon olanaklarının arttırılması gibi faydaları vardır. Dünyadaki korunan alanlar miktar ve yüz ölçüm açısından artış göstermesine karşın, biyolojik çeşitlilik azalmaya devam etmektedir. Bu durumun sebepleri şöyle sıralanabilir; Korunan alanları tüm biyomları ve önemli türleri tümüyle kapsayamamaktadır. Biyolojik çeşitlilik koruma hedeflerini yerine getirememektedirler. Korunan alanların kurulumu ve idaresinde bölgesel ortakların katılımı yetersizdir. Az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde korunan alanlar yeterli mali kaynaklara sahip değildir. Doğanın hepimizin yaşamı ve sağlığı üzerinde doğrudan ve dolaylı katkıları olduğunu biliriz, ama kent yaşamındaki koşturmalarımız sırasında bunu düşünmeye pek vakit ayırmayız. Bu belki, bir yandan kent yaşamının insanları yeşilden tamamen uzaklaştırması ve öte yandan doğal çevreyi hep varsaymamızdan ve “olmazsa ne olur”u hiç düşünmememizdendir. Ancak, son yıllarda sıkça, doğal felaketler ve küresel ısınma iklim değişikliği haberlerini duymaya ve doğada bazı şeylerin yolunda gitmediğini fark etmeye başladık. Yine de, doğada ne gibi değişiklikler oluyor, 25-30 yıl sonra neler olacak ya da insanı dünyada nasıl bir son bekliyor gibi sorularla pek ilgilenmiyor ya da hala tam olarak anlayamıyoruz. Bilim insanları, herkesin “doğal felaketler” olarak adlandırdığı aşırı yağış, sel baskınları, kasırgalar ve hortumlar ya da aşırı sıcaklar, kuraklık ve çölleşmenin doğal olarak değil; insanoğlunun faaliyetleri sonucu meydana geldiğinin altını çiziyorlar. Bilimsel araştırmalar ve yayımlanan raporlar bu felaketlerin dünyanın doğal kaynaklarının aşırı tüketimi ve kirlenmesi nedeniyle meydana geldiğine işaret ediyor. Tüm dünyada olduğu gibi, Türkiye’de de insanlar bir yandan şehirlere göç etmeye devam ediyor; diğer yandan şehirlerde kalabalık, işsizlik, fakirlik, kirlilik ve trafik sorunlarıyla boğuşuyor. Aşırı nüfus, çığ gibi büyüyen tüketim alışkanlıkları, daha çok ev inşaatı, daha çok enerji kullanımı ve daha çok atık üretimi doğal kaynakları ve şehitleri tehdit ediyor. Bu konuda İstanbul, en çarpıcı örnek Nüfusu çok hızlı artıyor, Türkiye’nin en kalabalık şehri, ülke nüfusunun %20’sini barındırıyor. Aşırı nüfus, yapılaşma, sanayileşme ve araç trafiği nedeniyle kirlilik artarak devam ediyor. Şehrin su, orman ve diğer doğal kaynakları korunamıyor, hızla azalıyor. Şehri çevreleyen son yeşil alanlar da, üçüncü köprü ve hava alanı gibi devasa inşaatlar ve Kanal İstanbul gibi çılgın projeler nedeniyle yok olma tehlikesi ile karşı karşıya. Böyle giderse, mevcut sorunların artarak İstanbulu yaşanmaz bir şehir haline getirmesi kaçınılmaz. Bu noktada, İstanbul’u yönetenlere ve yönetmeye talip olanlara sormak gerekiyor Şehrin doğal kaynaklarının kaç milyon kişiye yetebileceğini ya da başka bir ifadeyle, taşıma kapasitesinin ne olduğunu biliyor musunuz? Taşıma kapasitesi, bir yerin fiziksel çevresi ile onun biyolojik açıdan kaç kişiyi besleyebileceğini belirler. Artan sosyal, insan sağlığı ve çevre sorunlarıyla İstanbul, bu gidişle nereye kadar dayanabilir? Yöneticilerin yanı sıra, İstanbul’da yaşayan herkesin de şehrin sorunlarına kafa yorması ve sorunların çözümünü desteklemesi gerekiyor. Asıl çözüm; İstanbul’da doğal çevreyi daha iyi koruyan şehir planlama çalışmaları yapılması, şehrin yeşil alanları ve doğal kaynaklarının mutlak korunması, yenilenebilir enerji ve toplu taşıma sisteminin geliştirilmesi ve kamuoyunun bilgilendirilmesinde yatıyor. Bu amaçla yapılması gerekenlere aşağıdaki gibi açıklanabiecalc-dims="1" /> 3. İstanbul’da küresel ısınmaya karşı gerekli önlemler alınmaya başlanmalıdır Son yıllarda doğa bize doğal kaynaklarımızın daha akılcı ve sürdürülebilir kullanılması gerektiğini gösteren yeteri kadar işaret veriyor. Her yaz sıcaklar biraz daha dayanılmaz oluyor, bu nedenle daha çok binaya, daha çok klima çok klima, daha çok elektrik kullanımı ve binalardan dışarıya daha fazla sıcaklık ve karbon salımına neden oluyor. Bu kısır döngüye karşı alınacak en iyi önlem, İstanbul’un mevcut yeşil alanlarının korunması ve artırılmasıdır. Yeşil alanlar ve doğal kaynaklar küresel ısınmaya karşı şehirlerin sigortasıdır. Avrupa’da yapılan araştırmalar, şehirlerdeki yeşil alanların cankurtaran görevi gördüğü ve şehri aşırı ısınmaktan koruduğunu gösteriyor. Küresel ısınma, yalnızca aşırı sıcak dalgaları ve kuraklık ile değil; aşırı yağış ve sel baskınlarıyla da kendini gösteriyor. Yağmur suları şehirlerde asfalt ve beton kaplı toprağa ulaşamıyor, yeraltında depolanamıyor; onun yerine kanalizasyona karışıyor. Sık tanık olduğumuz gibi, aşırı yağışlar sonucu şehirlerin yetersiz altyapıları çöküyor, kanalizasyonlar taşıyor, su baskınları ve seller meydana geliyor. Eğer, betonlaşma nehir yatakları ve sulak alanlarda ise, sonuç çok daha büyük felaketlere yol açıyor. Buna karşın, bitki örtüsüyle kaplı yeşil alanlar, yağmur sularının yeraltına süzülmesini sağlıyor, bitkiler ve diğer canlılar için depoluyor ve aşırı yağışlarda üzerinden akıp giden suyun hızını azaltıyor. 4. Toplu taşıma sistemi geliştirilmelidir Daha fazla yol ve köprü inşaatı, daha fazla araç ve dolayısıyla daha fazla zehirli egzoz gazının karbondioksit vb. havaya karışması anlamına geliyor. İstatistiklere göre, küresel ısınmaya neden olan karbondioksit salımının yaklaşık beşte biri, karayolu araç trafiğinden kaynaklanıyor. Günümüzde ne kadar araba bağımlısı olduğumuzu düşünürsek, herkesin özel aracını kullanırken ya da yeni araba satın alırken bu konuda hassas ve sağduyulu davranması gerektiğini bir kez daha hatırlatmak istiyoruz. Temiz hava ve temiz su talebi hepimizin en doğal hakkı. İstanbul’da hava ve su kalitesini artırmak ve korumak amacıyla gelişmiş ülkelerde uygulanan bazı önlemlerin alınması elzemdir örneğin taşıtların giremediği daha fazla yaya bölgelerinin oluşturulması; taşıt kullanımını azaltmaya yönelik yatırımların yapılması; yürüyüş ve bisiklet yollarının yaygınlaştırılması; bazı Avrupa kentlerinde olduğu gibi, yılda bir kez “arabasız gün” etkinliğinin düzenlenmesi; taşıtların egzoz gazı kontrol sisteminin daha iyi düzenlenmesi; havayı daha çok kirleten ve eski taşıtların trafikten men edilmesi vb. 5. İstanbul’da yaşayanlar ve kamuoyu bilgilendirilmelidir Toplumun her kesimine çeşitli vasıtalarla STK’lar, okullar, medya vb. ulaşarak ağaçların, ormanın ve her türlü yeşil alanın önemi vurgulanmalı ve yeşilin azalmasının tehlikeli sonuçları anlatılmalıdır. Günümüzde açık havadaki faaliyetlerimiz son derece sınırlı. Çoğunlukla binaların içinde, dört duvar arasında, TV ve bilgisayar karşısında bir yaşam sürdürüyoruz. Bu durum -insanoğlunun hayatını on binlerce yıl kırsalda sürdürdüğünü düşünürsek- insan doğasına aykırıdır. Zaten, son yıllarda büyük artış gösteren obezite, kalp, şeker ve kanser hastalıkları ile ruh/akıl hastalıkları da bunun bir sonucudur. Üstelik, sürekli kapalı mekanlarda kalarak; bina, mobilya, temizlik ve güzellik malzemelerinde kullanılan zehirli maddelerle daha çok temas ettiğimizi de hatırlatalım. Avrupa’da yapılan testlerde, insan kanında bu tür insan yapımı kimyasallara rastlandığı bildirilmektedir. Sonuç olarak, kapalı yerlerden ya da trafikten çok; mümkün olduğu kadar parklar ve yeşil alanlarda vakit geçirmeye ve güneş ışınlarından daha fazla yararlanmaya çalışmalıyız. Çarpık kentleşen ve giderek sağlığını kaybeden bir şehir olarak, İstanbul’da artık her metrekare yeşil alan büyük önemi taşıyor. Bundan sonra, İstanbul’un sağlığını koruması için değil, iyileşmesi için neler yapılması gerektiğini konuşmamız gerekiyor. İstanbul’un daha fazla betonlaşmaya ve ticari yatırımlara tahammülü kalmadı. Yaklaşan yerel seçimleri bir fırsat olarak değerlendirerek, İstanbul’u yönetenlere ve yönetmeye aday olanlara, İstanbul’un biyolojik zenginliği ve doğal güzelliğinin korunması ve iyileştirilmesi konusunda endişelerimizi duyuralım. Daha fazla yeşil alan ağaçlar, parklar, açıklıklar vb.; daha boş yollar; daha az petrol/kömür/doğal gaz tüketimi ve buna bağlı olarak havası ve suyu temiz, kaliteli bir kent talep edelim ve bu yönde hep birlikte çalışalım. Balıklar Latince pisces poikloterm olan, neredeyse sadece suda yaşayan ve solungaçları ile solunum yapan, soğuk kanlı, yürekleri çift gözlü, çoğunun vücudu pullu, genellikle yumurta ile üreyen omurgalı hayvanlardır. Bazı türler canlı doğurarak ürer lepistes, kılıçkuyruk, moli Mesela tatlı su balıklarından Lepistes’in Poecilia reticulata yumurtaları anne karnında çatlar ve canlı doğum gerçekleşir. Çiklitgillerde ise kuluçka süresi dişinin ağzında gerçekleşir. Ağzında yumurtaları çeviren, mantarlaşmasını engelleyen dişi yumurtalar çatlayana hatta yavrular serbestçe yüzmeye başlayana kadar onları ağzındaki kesesinde korur. Balıklar su yaşamındaki en önemli varlıklardan bir tanesidir. İşte diğer balık nedir yazılarıBulunmuş olan en eski balık fosilleri 500 milyon yaşındadır. Günümüzün balıkları kıkırdaklı balıklar Chondrichthyes ve kemikli balıklar Osteichthyes olarak ikiye ayrılırlar. Bunlar gibi diğer iki grubu oluşturmuş olan placoder ısı zırhlı balıklar ve acanthodiinin dikenli köpek balıkları nesilleri 300-400 milyon yıl evvel tamamen tükenmiştir. balık nedirBir kulakçık ve karıncıktan meydana gelen yüreklerinde daima kirli kan bulunur. Yürekten çıkan kirli kan solungaçlarda temizlendiğinden, vücutta temiz kan dolaşır. Ağızdan alınan su, solungaçlardan dışarı atılırken suda çözülmüş oksijen, osmozla kana verilir. Bu arada suda bulunan besinler ise yutulur. Köpek balıklarında su hem ağızdan hem de ilk solungaç yarığından alınır. Tuzlu su balıkları su içtikleri halde, tatlı su balıkları su içmezler. Gerekli su ihtiyaçlarını solungaç zarlarından osmozla alırlar. Deniz balıkları içtikleri suyun tuzunu böbrekle değil, solungaçları ile ayırır. Balıklarda göğüs ve karın yüzgeçleri çift, sırt, kuyruk ve anal yüzgeçleri tektir. Tek yüzgeçler nadiren birden fazla olsalar da simetrik çiftler meydana balıklar çok gelişmiş olan göğüs yüzgeçlerini açarak bir-iki dakika su üstünde uçabilirler. Yaşadığı yerlerde su kuruduğu zaman balçığa gömülüp akciğer solunumu yapabilen, sürünerek gölden göle geçebilen, kısa bir süre havada uçabilen, elektrik ve ışık üretebilen çeşitli balık türleri mevcuttur. Balıkların pulları birbirleri üzerine kiremit gibi dizilmiş, kemiksi, kaygan ve antiseptiktir. Antiseptik mukus salgısı, üzerine yapışan bakteri ve sporları yok eder. Balık nedir olarakBalıkların harekette önemli rol oynayan değişik kuyruk tipleri mevcuttur. Çatallanmış kuyruk tipine “difiserk”, çatallı olup eşit parçalı olana “homoserk”, köpek balıklarında olduğu gibi çatalları eş olmayan kuyruk tipine de “heteroserk” omurgalı canlılar içerisinde sayıca en fazla olanıdır. Çalışmalarda balık türünün kadar olduğu günümüzde sportif ve akvaryumdaki değeri yanında büyük bir protein kaynağı olması ticarî değerini arttırmaktadır. Balıkların yeryüzündeki dağılımları o kadar geniştir ki, Antarktika sularında, sıcak tropikal sularda, acı sularda, tatlı sularda, ışığın ulaştığı dağ derelerinde veya insanların henüz ulaşamadığı oldukça derin ve karanlık sularda yaşayabilmektedir. Üç türlü beslenme görülür otobur, etobur ve hepçil. Yalnız çenelerinde değil, bütün ağız boşluklarında ve yutaklarında sıralanış ve şekil olarak birbirinden farklı birçok diş bulunur. Bu genelde beslenme şekillerine göredir. Bazılarında farinks yutak dişleri gelişmiştir. Yalnız mersin balıklarında ve demet solungaçlılarda diş organlarıTat alma organıBalıklarda tat alma cisimcikleri dudaklarda, farinkste, burun epitelinde, baş derisinde, bıyıkların uçlarında yerleşmiş olduğu gibi bazılarında da ağız içinde yerleşmiştir. Balıklarda dil yoktur. Olanlarında da gelişmemiştir. Sazanların ağzı içinde çok kalın kastan yapılmış yastık şeklinde bir yapı bulunur. Bu organ tat almaya yarar. Balıklar bazı maddeleri memelilerden daha iyi ayırt duyusuDokunma duyusunda bıyıkların rolü büyüktür. Bıyıklar tat almada etkili olduğu gibi, besin bulma ve dokunma organı olarak da görev baş, gövde ve yüzgeç derileri üstünde tomurcuk veya çukurcuklar halinde küçük duyu organları mevcuttur. İçlerinde sinir uçları dallanmış haldedir. Görevleri; yaklaşan düşmanı, sıcaklık değişimini, besin ve tuzluluğu hissetmektir. Duyuda yan organın da etkisi önemlidir. Bazı derin deniz balıklarının yüzgeç ışınlarında uzamış olan bazı kısımlarında duyu organları yer ve yan organ yanal çizgiBalıklarda dış ve orta kulak yoktur. İşitme organı bir kapsül içinde bulunan iç kulaktan ibaret olup, sudaki ses titreşimlerini idrak eder. Bu işitme organına “labirent” denir. İşitmede etkili olduğu gibi, dengenin sağlanmasında, ağırlık ve yerçekimi tespitinde de önemli rol oynar. İçlerinde kalsiyum karbonattan yapılmış “otolit” adı verilen cisimcikler de bulunur. Bazı balıklarda hava kesesinin ön kısmının her iki yanında iç kulakla ilişkili dörder adet kemikcik bulunur. “Weber cihazı” adını alan bu sistem ses dalgalarını ve basınç değişimini iç kulağa ileterek daha iyi işitmeğe yardım eder. Küçük frekanslı titreşimler, yanal çizgi sistemiyle idrak edilir. Bu, vücudun yanlarında derinin altında uzanan içi mukus dolu bir çift kanaldır. Belirli aralıklarla bu kanalı pulların arasından veya ortasından dışarı bağlayan yollar, bu yolların ucunda içinde sıvı ve sinir hücreleri bulunan bir torba vardır. Sudaki titreşimler bu sıvıya geçerek sinir hücreleri tarafından idrak edilir. Mesaj daha sonra sinirler vasıtasıyla beyne başka balığın hareketinin doğurduğu titreşimleri, yanındaki balık bu yolla duyar. Yan organ çok alçak frekanslı titreşimleri idrak edip işitmeye yardımcı olduğu gibi, su akıntısının yönünü, sıcaklık ve soğukluk farklarını da tespit eder. Yan organ işitmede de yardımcı olur. Ses ve basınç dalgalarını tespit edebilir. Kemikli balıklarda, vücudun her iki yanında solungaçlardan kuyruğa kadar duyusuBalıklarda burun nostril, solunum için değil, suda çözünmüş kimyasal maddeleri koklamaya yarayan bir duyu organıdır. Koku alma kapsülleri üst çene üzerinde bulunan bir çift veya bir adet burun çukuruna yerleşmiştir. Koku maddelerini taşıyan su burun deliklerine girip çıkarken, koklama kapsüllerini yalayarak sinirleri uyarır. Bu duyu köpek balıkları gibi bazı balıklarda çok kuvvetlidir. Köpek balıkları kan kokusunu yüzlerce metre uzaktan kesesiBalıkların suda batmadan durmasını sağladığı için önemlidir. Sindirim kanalının bir uzantısı olup, sırt tarafta torba şeklindedir. İçi CO2, O2 ve NO2 gazları ile doludur. Balığın yoğunluğunu, suyun yoğunluğuna göre ayarlar. Balık suda batmadan durmak için, içindeki gazı artırarak keseyi şişirir. Yüzerken havasını azaltır. Bazı balıklarda yüzme kesesi ikiye ayrılmıştır. Yüzme kesesi solunum, hidrostatik görev, ses meydana getirme ve bazı uyartıları hissetmede de etkilidir. Bütün balıklarda hava kesesi bulunmaz. Böyle balıklarda yağlı vücut ve göğüs yüzgeçleri batmalarına mani olur. Dip balıklarında yüzme kesesinin dışarıyla herhangi bir bağlantısı yoktur. Gaz özel bir sistemle hava kesesine doldurulur ve boşaltılır. Bu durumda karşımıza iki tip balık çıkmakta; Fizostom balıklar ve Fizoklist balıklar. Fizostom balıklarda hava kesesi yutakla bağlantılı olduğu için gaz girşi çıkışı sorun olmamaktadır ama Fizoklist balıklarda herhangi bir yutak bağlantısı olmadığından gaz giriş çıkışını “Rete Mirable” dediğimiz kılcal damar ağı yardımıyla olduğu bulunmuştur. Rete mirable mekanizmasında; gaz bezinden toplardamarlara laktik asit asit oksijen bağlanma yeteneğini düşürerek atardamarlarda yüksek kısmi oksijen basıncı oluşmasını olay tekrarlanarak tepe noktasındaki oksijen basıncının iyice yükselmesi sağlanır ve yüzme kesesinin içine diffüzyonla hava girişi olur. Kan damarlarındaki bu ters akımdan dolayı oksijen keseden dışarı yapılarıKas yapılarıÇoğu balık sırasıyla eşleştirilmiş olan ve omurganın her iki tarafındaki kasların uyumu ile hareket eder. Sırt yüzgeci, kuyruk yüzey alanını ve balığın hızını artırır. Birçok kemikli balık yüzme kesesi diye adlandırılan bir iç organa sahiptir ve bu organ değişik gazlar vasıtasıyla balıkların sudaki hareketlerini hakkında ilginç bilgilerDört gözlü balıkların gözleri ikiye bölünmüştür. Balık yüzeyin altında yüzdüğünde gözün üstü suyun üstünü, gözün altı suyun altını en çok bulunan balık, küçük tatlı su balığı olan ışıldakbalığıdır. Bilim adamları, ışıldakbalıklarının sayısının trilyonlara ulaştığını tahmin etmektedir. Ayrıca tatlısu balığının da birçok türü en uzun ömürlü balıkları 205 yıl yaşayabilen Rougheye kaya büyük balık balina köpekbalığıdır. Ağırlığı kiloyu geçebilmekte, boyu 16 metreye erişebilmektedir. Bu balık insanlar için zararsızdır, genelde yüzen planktonlarla küçük balık Trimmatom nanus, Hint Okyanusu’nda yaşayan bir kaya balığıdır. Tam büyüklüğe ulaştığında boyu yaklaşık 2 hızlı balık olan İngilizce black marlin İngilizce istiompax indica 130 km hıza kendi büyüklüğünün iki katını yutabilir. Ağızlarında, çenelerini çok açabilmeye olanak veren menteşe yapıları balık uçabilen bir balık olarak bilinmesine rağmen aslında süzülür. Bu balık, yan yüzgeçlerini kullanarak suyun yüzeyinden üç metre yayın, oksijeni soluyabilen özel yapıları sayesinde suyun dışında dört gün yaşayabilir ve yan yüzeylerindeki ayaksı yapılar sayesinde bir gölden başka bir göle SayfamızYoutube KanalımızAkvaristler Sosyal Medya Platformu Deniz kirliliği çevre kirliliğinin bir parçasıdır. Denizlerin dezavantajı, kara, nehir, göl, atmosfer gibi ortamlara atılan hemen hemen her tür kirleticinin bir şekilde denizlerde sonlanmasıdır. Malzeme üretim ve kullanımı ile enerji üretimi sonucu denizlere binlerce madde girmektedir. Bunların bir kısmı içlerinde klorür bulunduran pestisidler yapay radyoaktif maddeler, gibi insan yapısı olup denizlere tamamen yabancıdır. Diğer kısmı ise, denizlerde doğal olarak bulunan maddeler olmasına. karşın, kurşun örneğinde olduğu gibi girdi fazlalığı sebebiyle doğal dengeleri bırakılan maddelerin dolaylı ve dolaysız etkileri, insan dahil, canlıların ölümü ile sonuçlanabilmektedir. Deniz içinde bulunan canlı cansız bir çok öğeden oluşan eko sistemde üretici, tüketici, çürütücü, canlıların faaliyetleri çevrenin fiziksel ve kimyasal özelliklerinden etkilenirler. Bunlar çevredeki değişimlere uyacak önlemler alırlar. Bu çerçevede çok büyük ve köklü değişme ve bozulmaların önlenmesi için, doğa kendi kendine bir dizi savunma mekanizması geliştirmiştir. Denizlerde bu savunma ve kendini yenileme, temizleme mekanizması çok güçlüdür. Fakat doğal dengenin insan eliyle bozulduğu savunma mekanizmasının yetersiz ve güçsüz kaldığı bölgelerde deniz ve kıyı kirliliği karşımıza deniz kıyılarının uzunluğu, 8300 km’den fazladır. Deniz kaynaklan ise, ilerisi için ümit vericidir. Mesela Protein gereksiniminin karşılanmasında önemli yeri olan balık üretimi, yılda ortalama ton olup, % 86″ı Karadeniz’dendir. Ülke beslenmesinde ve deniz taşımacılığında çok önemli yeri olan Akdeniz, Ege, Marmara ve Karadeniz’in insan faaliyetlerinden çok fazla etkilenmiş olmalarının sebepleri1- Kapalı deniz olmaları,2- Medeniyetin ilk geliştiği bölgede deniz olmaları, su yenilenme zamanının uzun olmasına ve dolayısı ile denize giren atıkların ortamda uzun süre kalmasına sebep olmaktadır. Medeniyetin erken gelişmesi, denizleri çevreleyen ülkelerde doğal çevrenin erken bozulmasına ve denizlerin erken kirlenmesine sebep olmaktadır. Nitekim, tarım ve madenciliğin Akdeniz kıyılarında, tarih boyunca varlığı, ormanları yok etmiş ve ayrıca metal kirlenmesini ön plana çıkarmıştır. Yakın tarihte ise sanayi ve turizmdeki gelişmeler, Akdeniz’in kirlenmesini daha da kritik bir boyuta deniz taşımacılığı, şehirleşme ve turizmin gerekli kurallara uyulmadan yapılması, kıyılarımızda ve özellikle körfezlerde onarılması imkansız zararlara yol açmıştır. Akdeniz’de İskenderun Körfezi, Ege’de İzmir körfezi, Marmara’da hemen hemen tüm körfezler, Karadeniz’de Trabzon limanı ve çevresi aşın kirliliğe örnek verilebilir. İstanbul’da Haliç kirlendikten sonra temizlenmesi için harcana para, insan gücü ve diğer giderlerin bedeli çok büyüktür ve bütün gayret ve masraflara rağmen Haliç, hiçbir zaman I5. Yüzyıldaki doğasına döndürülemeyecektir. Bu gelişmelerin başlıca sebepleri, Türkiye’yi çevreleyen denizlerin birikim niteliklerinden çevreleyen denizlerin her biri diğerinden az veya çok ayrılmış durumdadırlar. Karadeniz ile Marmara Denizi arasıdaki bağlantı, İstanbul Boğazı ve bu boğazın iki ucunda bulunan, 36 m ve 56 m derinlikte yer alan eşiklerle büyük çapta kısıtlanmıştır. Marmara denizi ile Ege denizi arasında ise, dar ve sığ Çanakkale Boğazı sözü edilen kısıtlamayı meydana getirmiştir. Ege denizi üzerinde Girit, Rodos ve diğer bazı Ege adalarının yer aldığı Anadolu ile Mora Yarım adaları arasında uzanan bir eşikle Akdeniz’in diğer bölümlerinden ayrılmaktadır. Akdeniz ise, Atlas okyanusundan dar ve sığ Cebelitarık Boğazı ile, Hint Okyanusundan da insan yapısı Süveyş Kanalı sığlıkları ile kısıtlanmalar, denizler arasındaki su alışverişini geniş çapta etkilediğinden, bu kesimlere boşaltılan atıkların seyreltilmesi ve uzaklaştırılması imkanlarını da sınırlamış olmaktadır. Bu kısıtlanmanın yarattığı diğer bir etkide su kütleleri arasındaki düşey karışımın belirli bir derinlikten sonra durmasıdır. Bu dunun da kirleticilerin bir bölümünün belirli tabakalarda kalmasına ve birikimin giderek artmasına neden KENTLERİMİZİN SORUNLARIKıyı; deniz, tabii sunu göl ve akarsularda taşkın durumları dışında, suyun karaya değdiği noktadan sonraki kara yönünde su hareketlerini oluştuğu kumluk, çakıllık, kayalık, taşlık, sazlık, bataklık vb. Marmara ve Akdeniz tarafından sanlı olan Anadolu Yarımadası, Asya kıtasından batıya doğru bir burun gibi uzanır. Bu yarımadayı binlerce kilometre uzunlukta bir kıyı şeridi çevreler km’lik toplam kıyı şeridi uzunluğu ile Türkiye Avrupa ülkelinin içinde en uzun kıyı şeridi sahip ülkelerden biridir. Bunun 6,480 km’sini Anadolu Kıyısı, 786 km’sini Trakya Kıyısı, 1,067 km’sini Adalar Kıyısı Kirleten Faaliyetler1 Kıyı bölgelerinde nüfus artışının yarattığı plansız kentleşme2 Turizmin hızlı gelişmesi sonucu doğal ve tarihsel alanların korunamaması,3 Kıyı alanlarında yer alan faaliyetlerin teknik altyapı ve sosyal altyapı yetersizlikleri,4 Kentleşmenin etkin bir biçimde kontrol altına alınamaması ve çevreyi korumak amacıyla yeterli kentsel hizmet ve altyapı sağlanamaması,5 Hızlı ve düzensiz kentleşme sonucunda plansız kentsel alanlar, doğal değere sahip alanlar üzerinde dağınık yapılaşmalar, doğal alanların tahribi, görünüm bozulması ve su kaynaklan üzerinde aşın talep,6 Atık suların kıyılara deşarj edilmesinin kıyıların rekreasyon amaçlı kullanım değerini Deniz sularının kirlenmesi neticesinde deniz canlılarının yok olması ve ekolojik bütünlüğün bozulması,8 Kumsal boyunca dolgu yapılarak konut ve turistik tesislerin inşa edilmesi,9 Mevcut kanalizasyon tesislerin yeterli seviyeye getirilmemesi, deşarj noktasından önce gerekli arıtımın yapılmaması ve talebin mevcut kapasiteyi aşması,10 Uluslararası taşımacılık yapan gemilerin yarattığı kirlilik,11 Balıkçılık ve balık çiftliklerinden kaynaklanan kirlilik,12 Su kaynağı, teknelerin motor gürültüleri, araçların gürültüleri gibi aktivitelerden kaynaklanan gürültü kirliliği,13 Petrol çıkarımı, dip taraması, maden işletilmesi, sintine ve balast sularının denize boşaltımı gibi deniz aktivitelerinden kaynaklanan Çevre Sorunlarına Çözüm Önerileri Yukarıda sayılan kirlilik faaliyetlerinin önlenebilmesi için gerekli çözüm önerileri ise;1 Mevcut kanunlardaki çakışmalar ve çelişkiler gözden geçirilmeli ve kıyı alanları yönetimi programında yetki ve sorumluluk kargaşası ortadan Kıyı alanlarının planlama anlayışı değiştirilmeli, merkez, bölge ve yerel düzeylerde görev-yetki paylaşımı yeniden Hem belediye imar planlaması, hem de alt yapı oluşumunun kentsel büyümeyle uyum sağlayacak şekilde planlanması ve denetlenmesi Turistik yörelerdeki inşaat ve yapı ruhsat harçları yükseltilerek, Belediyelere ek gelir oluşturulmalıdır. Böylece kıyı alanlarının hızlı yapılaşmasına kısıtlama getirilmiş Kıyı boyunca yer alan plajların su kalitesini izlemeye yönelik düzenli bir program oluşturulmalıdır. Plajlar kirlilik derecelerine göre sıralanmalı ve sonuçlar Kıyı bölgelerinde yaşayan bozulma sürecinin halk sağlığı ve çevre üzerinde yaratacağı tehditlere ilişkin kamuoyunun bilinçlendirilmesini sağlamaya yönelik acil ve pratik önlemler Kıyı alanlarının doğal ve yapılı çevresinin tüm değerlerini ve özelliklerini ortaya koyan bir kıyı bilgi bankası kurularak, veri tabanı oluşturulmalı, gelecekteki yönetim kararlarına esas oluşturacak bilgileri sağlayacak Kıyı Kaynak Envanteri Devlet bütçesinden belediyelere verilmekte olan payların dağıtımında, kıyılardaki ve turistik yörelerdeki belediyeler, daha büyük pay sahibi Kıyı yerleşmelerinde, kirletenlerden ek vergi Kitle iletişim araçlarından yararlanarak kıyı alanlarının korunması doğrultusunda eğitim ve tanıtım çalışmaları Kıyıya paralel yani kıyılan tümüyle kapatan yapılaşma biçimi değiştirilerek, kıyıya dik gelişen ve doğa ile bütünleşen yapılaşma Sahil kesimlerini ve deniz çevresini asit yağmuru tehlikesinden korumak amacıyla, bu kesimi olumsuz yönde etkileyen hava kirlenmesinin büyük ölçüde azaltılması için gerekli tedbirler Nesli tükenmekte olan deniz türlerinin balık, kabuklu deniz canlıları ve diğer deniz yaşamım kapsayan deniz kaynaklarının korunmasına önem Ulusal ve bölgesel turizm politikaları, çevrenin taşıma kapasitesi ve koruma politikaları ile eşgüdüm içinde Sürdürülebilir turizm için gerekli altyapı, doğal kaynakların fiyatlandırılması, atıkların vergilendirilmesi ve turistik vergiler gibi araçlardan sağlanacak finansmanla Kıyı kaynaklarının aşırı kullanımının önlenebilmesi amacıyla endüstri, enerji, tarım vb. faaliyetler için ulusal gelişim politikalarının entegrasyonu yukarıda sıralanan önerileri içine alan planlama yönetimine Kıyı Alanları Yönetimi adı verilmektedir. Uygun çözümün geliştirilmesi için Kıyı Alanları Yönetimi planının yapılmasına gerek Sorunlarının Uluslararası BoyutuKıyı bölgelerindeki problemler ulusal boyutta önemli olduğu kadar uluslararası boyutta da önemlidir. Çoğu ülke bu problemleri uluslararası bir çaba olmadan çözeceğinden endişe duymaktadır. İklimsel değişiklikler sonucu deniz seviyesinin yükseleceği uluslararası temel bir problemdir. Bu çerçevede II. Dünya İklim Konferansı’nda açıklanan “business as usual” senaryosunun gerçekleşmesi halinde günümüzden 2025 2050 yıllan arasında atmosferdeki ikiye katlanan C02 nin etkisi küresel sıcaklıkta ile 4-5°C ve 205′de 0,3-0,5 m. 2100′de ise 1 m kadar deniz seviyesinin yükselmesine sebep İklimsel Değişiklikler Paneli’nde IPCC 1990 belirtildiği gibi deniz seviyesi yerel jeolojik hareketlerin neden olduğu bölgesel değişikliklerle her 50 yılda ortalama 6 cm seviyesinin yükselmesinin etkileri, deniz seviyesinin altındaki alanların ve sulak alanların su altında kalması kıyı erozyonunun artması kıyıların sellere karşı savunmasızlığının artması, kıyıların bütünlüğünün tehdit altında kalması, ırmakların, nehirlerin ve yer altı sularının tuzluluğunun artması olarak özetlenebilir. Kıyı ekosistemlerindeki olası değişiklikler kuşların veya yavru balıkların yaşam ortamların yok olması, körfezlerdeki balıkların yemlerini sağladıkları organik materyallerin üremesinde azalmalara neden seviyesindeki çok hızlı ve ani değişiklikler kıyı eko sistemlerini yok edebilecek veya zarar verebilecektir. Bu da mercan kayalıklarının sular altında kalması, biyolojik çeşitlilikteki azalmalar, ekonomik ve kültürel değerleri olan birçok türün yaşam döngüsünün zarar görmesine neden seviyesinin yükselmesinin en önemli sosyo-ekonomik etkisi yoğun kullanımı ve yoğun nüfusa sahip kıyı düzlüklerinin su altında kalmasıdır. Örneğin Mısır’da deniz seviyesinin 1 m. yükselmesi Mısır’ın verimli topraklarının %12 – %15′inin sular altında kalmasına neden olacaktır. Bangladeş’te bu oran % 14′ ülkelerindeki bir diğer sorun da ulusal sınırlan aşan kirliliktir. Uluslararası sular gittikçe kirlenmekte ve kalitesi düşmektedir. Bu kirliliğin sebeplerinden biri de uluslararası taşımacılık yapan gemilerin yarattığı kirliliktir. Bu tür kirlilikten en çok etkilenen ülkeler Avustralya, Finlandiya, Almanya, Hollanda, Norveç ve İsveç şeklinde turizm özellikle İspanya ve İtalya’da bazı çevresel problemler yaratmaktadır. Uluslararası ticarette genişletilmiş liman aktivitelerine ihtiyaç duyulmakta; bunun sonucunda da kıyı bölgeleri zarar görmektedir. Okyanuslarda petrol araştırma ve işleme faaliyetleri de çoğunlukla olumsuz çevresel etkiler ve tehlikeler yaratmaktadır. Fotosentez Nedir, Canlılar İçin Önemi Nedir? Bitkilerin organik moleküllerinde depolanan enerji Güneş’ten gelmektedir. Bitkilerin kloroplastları Güneş’ten gelen, ışık enerjisini soğurur ve bu enerjiyi bitkilerde, şekerde ve diğer organik moleküllerde depolanan kimyasal bağ enerjisine dönüştürür. Bu dönüştürme sürecifotosentezolarak isimlendirilir. Tavşan gibi canlılar da ışık enerjisi sayesinde oluşan organik molekülleri besin olarak yaşamsal işlevlerde kullanır. Fotosentez olayını sadece bitkiler gerçekleştirmez. Bazı bakteriler, öglena ve algler de fotosentez yapabilir. Bu canlılar hem kendi besinlerini fotosentezle üretir hem de diğer canlılara besin kaynağı olayı, canlıların besin ihtiyacını karşılarken aynı zamanda günlük hayatımızda kullanılan pamuk, keten gibi tekstil ürünlerinin oluşmasında; mobilyacılıkta ve kağıt ürünlerinin oluşmasında dakatkı sağlamaktadır. Enerji üretmek için kullanılan kömür, doğal gaz gibi fosil yakıtların da kaynağı aslında fotosentez yapan maddelerden ihtiyaç duydukları organik maddeleri sentezleyen canlılara ototrof canlılar denir. Organik madde sentezi için ışık enerjisi kullananlara isefotosentetik ototrof canlılar denir. Organik besin maddelerini kendileri sentezleyemeyen ve dışarıdan hazır olarak alan canlılara da heterotrof canlılar Hakkındaki Bilgilerin Tarihsel GelişimiBilimsel bilgi, güvenilir ve uzun süreli olmasına rağmen tam doğru ya da kesin değildir. Çünkü bu bilginin içerdiği gerçekler, teoriler ve kanunlar; yeni kanıtlar, yeni teknolojik avantajlarla yeniden yorumlanıp değişebilir. Fotosentez hakkında edinilen bilgiler de sürekli yeni bulgularla değişmekte ve gelişmektedir. Bu durum da bize bilimsel bilginin durağan olmadığını dinamik bir yapısının olduğunu ilgili önemli araştırmalar birkaç basit soru ile başladı “Küçük bir tohum, onlarca kütlesi olan bir ağaca dönüştüğünde, ağacın kütlesindeki artış neden kaynaklanmaktadır? Topraktan mı? Sudan mı? Havadan mı?” Çeşitli bilim insanları yaptıkları araştırmalar sonucunda bu soruları yanıtlamışlardır. Şimdi fotosentezle ilgili önemli çalışmalar yapan bazı bilim insanlarının çalışmalarına birlikte İle İlgili Çalışmalar Yapan Bilim AdamlarıAristoAristo,bitkilerin gereksinim duydukları maddeleri çaba göstermeksizin işlenmiş olarak,kökleri aracılığı ile topraktan aldıklarını ileri Baptist Van HelmontHelmont,17. yüzyılda bitki beslenmesi, büyümesi ve gelişimi alanında dikkate değerilk araştırmaları yapmıştır. Araştırmacı 2,3 kg ağırlığındaki bir söğüt fidanını içinde 90,7 kgtoprak bulunan bir saksıya dikmiş ve bunu 5 yıl boyunca sadece yağmur suyuyla sulamıştır. Süre sonunda fidan 77,1 kg’lık bir ağaç olmuştur. Helmont, deneme sonunda saksıdaki kuru toprak ağırlığını başlangıçtaki toprak ağırlığından yaklaşık 60 g eksik bulmuş ve toprağın kütlesinde önemli bir değişmenin olmadığı kanısına varmıştır. Böylece bitki ağırlığındaki 74,8kg’lık artışın sadece sudan kaynaklandığı ve tüm bitkisel maddelerin yalnızca sudan oluştuğu sonucunu PriestleyJoseph Priestley, 1775 yılında gelişmekte olan bir nane bitkisinin havayı temizlediğini keşfetti. Bunun üzerine Priestley bir mum alıp üzerini cam bir kavanozla kapattı ve mumunalevi tamamen sönene kadar bekledi. Havada bulunan bir madde alevin devamını sağlıyor,yanma için gerekli olan o madde bittiğinde alev sönüyordu. Bunun üzerine Priestley camkavanozun altına yanan bir mum ve canlı bir bitki koydu ve alevin daha uzun süre devam ettiğini gördü. Sonuç şuydu Bitki mumun daha uzun süre yanması için gerekli olan o maddeyi üretiyordu. Bu madde IngenhouszJanIngen housz, Priestley’in denemelerini yenileyerek yeşil bitkilerin oksijen vermeleri için ışığın gerekli olduğunu SenebierSenebier yeşil bitkilerin havaya O2 vermesinin, havadan CO2 almasına ve bitkiler tarafından oluşturulan O2 miktarının tamamen ortamda var olan CO2 miktarına bağlı olduğunu De SaussureDe Saussure ışık varlığında bitkilerin havadan karbondioksit alarak havaya oksijen verdiğini bulmuştur. Daha sonra ilk kez alınan O2 ve dışarı verilen CO2 miktarını ölçmeyi başarmıştır. Araştırmacıya göre bitkiler CO2 bulunmayan bir ortamda yaşayamazlar. Theodore De Saussure’ün elde ettiği bulgular şu şekilde özetlenebilir Bitkiler için karbon kaynağı toprak değil havadır. Bitki besinlerinin sadece küçük bir bölümü topraktan gelir. Bitkiler azotu havadan değil topraktan alır. Mineral maddelerin alınmalarında, bitkiler seçici davranır. Topraktan,tuzlarla birlikte su da Von LiebigLiebig, 1840 yılında, CO2 in bitkiler için C kaynağı olduğunu MayerRobert Mayer, 1842 yılında canlılar tarafından kullanılan enerji kaynağının Güneş ışığı olduğunu ve ışık enerjisinin bitkilerce soğurularak fotosentez olayının reaksiyonlarında kimyasal enerjiye dönüştüğünü ilk defa rapor Von Sachs1860 yılında bitkilerin tuz çözeltilerinde yetiştirilebileceğini BlackmanBlackman,1905’te fotosentezin yalnızca fotokimyasal bir olay değil aynı zamanda biyokimyasal bir olay olduğunu ileri sürerek fotosentezin ışık gerektirmeyen bir karanlık reaksiyon safhası olduğunu da Martin Willstätter ve Arthur Stoll1918 yılında Willstatter ve Stoll, fotosentez olayına dair o güne kadar bilinenleri “Karbon Asimilasyonu” adlı eserlerinde toplamışlar ve bu konuda yeni araştırmalara hizmet B. Van Niel1930’larda C. B. Van Niel, suyun fotosentezde hidrojen kaynağı olarak iş gördüğünü kanıtlamıştır. Araştırmacı, ışık enerjisinin suyu parçalaması sonucunda serbest kalan oksijenin moleküler oksijeni oluşturmak üzere tekrar düzenlendiğini ve hidrojenin şekerleri oluşturmakiçin karbondioksit ile reaksiyona girdiğini HillRobert Hill, 1937 yılında fotosentezin ışığa bağımlı reaksiyonları üzerinde çalışarak ortamda ışık, su ve uygun bir hidrojen yakalayıcısı bulunduğunda, yapraklardan izole edilen kloroplastların ortamda CO2 olmadan O2 oluşturabildiklerini görmüştür. Ayrıca yapraklarda doğal bir hidrojen yakalayıcısı maddenin bulunduğunu ortaya koymuştur. Bugünkü bilgilere göre bu maddeler ferodoksin ve NADP+dir. Hill Reaksiyonu adını verdiği bir denklemle olayı açıklamıştır. Reaksiyon, fotosentezde O2nin ışığa bağımlı reaksiyonlarda oluştuğu ve bunun kökeninin CO2 olmayıp H2O olduğunu göstermesi yönünden ArnonArnonve arkadaşları fotosentezde 1961-1965 ışık enerjisinin adenozin trifosfat hâline dönüştürüldüğünü CalvinFotosentezin karanlık reaksiyonları üzerinde çalışan 1954-1962 Calvin ve arkadaşları ise fotosentezin ışıktan bağımsız reaksiyonları üzerinde çalışmışlar ve bu olaydaki karbon metabolizmasını tüm ayrıntılarıyla açıklamışlardır. Bunun üzerine Calvin’e Nobel Ödülü Davidson Hatch ve Charles Roger SlackHatchve Slack, 1966’da bazı bitkilerde fotosentezin karanlık reaksiyonlarında oluşanilk kararlı ürünün 3C’lu değil de 4C’lu olduğunu tespit ettiler. Söz konusu bitkilerin tamamen farklı bir karbon C metabolizması olduğunu TablosuFotosentez Hakkındaki Bilgilerin Tarihsel GelişimiFotosentez İle İlgili Çalışmalar Yapan Bilim AdamlarıAristoJan Baptist Van HelmontJoseph PriestleyJan IngenhouszJean SenebierTheodore De SaussureJustus Von LiebigRobert MayerJulius Von SachsFrederick BlackmanRichard Martin Willstätter ve Arthur StollC. B. Van NielRobert HillDaniel ArnonMelvin CalvinMarshall Davidson Hatch ve Charles Roger Slack

kara hava ve suyun canlı yaşamındaki önemi nedir